sendika sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
sendika sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

22 Ekim 2018 Pazartesi

Sendikalar Ne İş Yapar?

Genel olarak ülkemizde sendikalara karşı bir olumsuz önyargı var. Ancak halkımız sendikaların neler yaptığını neden kurulduklarını faaliyetlerini bile düzgün araştırmadan bu önyarının olması aslında sendikalaşmaya da bir ket vurmakta. Aslında bu önyargının nedeni de biraz tarihsel bir süreç ancak onu şimdi burada anlatmak konuyu saptıracağından dolayı başka bir yazı da kendi görüşlerimi anlatırım.
Gelelim asıl konumuza ve sendikalar ne iş yapar, neye yarar, sendika üyeliği bize ne kazandırır sorularına cevap verelim. Sendikaları en basit şekliyle yardımlaşma dernekleri gibi düşünebilirsiniz. Bir dernek nasıl ki statüsü gereği devlete bağlı değil ya da özel şirket gibi ticaret yapamıyorlarsa, sendikalar da devlete bağlı değildir ve ticari faaliyetlerde bulunamazlar. Şimdi bana soracaksınız: Ticaret yapmıyor, devlete bağlı değil, eeee ne yapar o zaman bu sendikalar?

Hemen açıklıyorum. Sendikalar aslında işçi kuruluşlarıdır. Ancak bunu da istihdam bürosu olarak düşünmeyin sakın. İşçiyi işe yerleştirmezler, hali hazırda çalışan işçilerin işverenlere karşı haklarını savunurlar. "Nedir bu haklar?" diye sorarsanız eğer, aklınıza gelen hemen herşey diye cevap verebilirim. Ücret, izin hakkı, çalışma şekli, çalışma saatleri, sosyal yardımlar, çalışma sistemleri, iş sağlığı güvenliği, terfiler, iş elbiseleri vb. Yani kısaca işçinin çalışırken karşılaştığı ve işverenin yerine getirmekle yükümlü olduğu tüm hakların korunmasında ve iyileştirilmesinde sendika önemli bir görev üstlenir.

Peki bunu nasıl yapar? Hani eskiden hep duyduğumuz bir hikaye vardı belki hatırlarsınız. Bir baba çocuklarının her birine bir kibrit ve tek tek kırmalarını ister, çocukların hepsi kibritleri tek hamlede kırar. Sonra da baba yeniden birer tane kibrit verir bu sefer hepsini bir araya getirerek tek seferde kırmalarını ister. Çocuklar kıramayınca da birlik olduğunuzda her işi yaparsınız der. İşte sendikalarda gücünü birlikten alır. Bir sendikanın üyesi ne kadar çoksa o denli güçlü olur ve işveren üzerinde o denli baskı kurabilir.

Aslında sendikalara üye olmanın birçok faydası olabileceği gibi işverenlerin tutumlarına göre zararı da olabilir. Şöyle ki eğer çalıştığınız işyerlerinde bir sendika varsa yani sendika toplu iş sözleşmesi imzalıyorsa, sendika üyeliği kesinlikle faydalı bir hareket olur. Çünkü o sendikanın imzaladığı toplu iş sözleşmesinden yararlanabilir ve sorunlarınızı doğrudan sendika üzerinden giderebilirsiniz. Ancak çalıştığınız işyerinde herhangi bir sendika bulunmuyor ve toplu iş sözleşmesi imzalanmamışsa bu durumda sendikalara üye olmak ufak bir sorun yaratabilir. Burada aslında işverenin tutumu devreye girer. Siz sendikaya üye olduğunuzda işverene bildirimde bulunulmaz ve sendika üyeliğiniz gizlidir. Ancak varsayalım ki bir şekilde sendika üyeliğiniz duyuldu. Eğer işvereniniz sendikalara karşı olumsuz bir yaklaşım benimseyen bir işverense sorun yaşabilirsiniz. Mobbing uygulanabilir, sendika üyeliğinden el çektirici bir tutuma maruz kalabilirsiniz. Bunun nedeni işverenlerin, sendikalara karşı olan "benim işime karışır, çalışanları bana karşı harekete zorlar" ya da "ben zaten haklarını veriyorum ne gerek var sendikaya" bakış açılarından kaynaklanır. Ancak eğer bir işveren "ben zaten çalışanlarımın hakkını sonuna kadar veriyorum" diyorsa sendikadan çekinmesine de gerek yoktur diye düşünüyorum.

Bu yüzden sendika üyeliği bir işçi için işi kadar önemlidir. Umarım sendikalara olan olumsuz önyargı zamanla kırılır da ülkemizde sendikalaşma çoğalır.

23 Eylül 2016 Cuma

Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor?

Başlık açık ve gayet net, "Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor ve Neden Hep Arka Planda Tutuluyor?"... Gelelim benim cevabıma, bir sendika çalışanı ve yeni mezun bir  Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri mezunu olarak benim gördüğüm ne yazık ki sendikalar kendini geliştirmekten aciz ve yöneticileri zaptetmek imkansız. Sonuçta o adamda öyle bir düşünce var ki "her şeyi yapabilirim" diyerek hareket ediyor. Seçimler demokratik bir toplumun ve o toplumun verdiği demokratik kararın en önemli göstergesidir. İşçi topluluklarının da sendika genel kurullarında yaptıkları bu seçimler sendikaların demokratik olmasının gerektiğine yönelik bir işarettir. Ancak bu demokratikliği, diktatörlüğe giden bir yol olarak algılayan bir çok sendika yöneticisi bulunmaktadır. Bunun örneklerine çok fazla rastlıyoruz hem geçmişe baktığımızda hem de günümüzde... Nasıl mı? Başına kayyum atanan, yolsuzluk soruşturması başlatılan ya da yapılan, mahkemede yargılanan sendikalar ve yöneticilerine baktığımızda gerek günümüzde gerekse geçmişte bunlardan çok fazla olduğunu göreceksiniz.

Şunu söyleyebilirim ki birçok sendikaya gittiğiniz zaman karşılaşacağınız manzara aşağı yukarı aynıdır. Bu düzen hiç değişmez. Sendika binasına girdiğinizde öncelikle sendika yöneticileri nereliyse büyük bir ihtimalle sizi ilk karşılayan güvenlikte oralıdır. Ardından yukarı yönetim katına çıktınız ve karşınızda bir sekreter gayet hoş güler yüzlü bir hanımefendi. Ama baktınız o da yöneticilerle aynı memleketin insanı... Yöneticinin yanına girdiniz ve başladınız konuşmaya (tabi yöneticiyi daha önceden tanıyorsanız odaya girebilirsiniz yoksa ya ön bir mülakata girersiniz odacılar ya da sekreter sizi bir inceler nerelisiniz nereden geldiniz sürekli bir soru yağmuruna tutulursunuz) sonrasında bir odacı girdi odaya ve çay getirdi. O da ne bir baktınız ki odacı da yöneticiyle aynı köylü...

Muhabbeti ilerlettiniz eğitime geldi konuşma... Bakın burada şu uyarıyı yapmak isterim. Eğitimli olsun ya da olmasın hiçbir insanı aşağılama ve yerme niyetinde değilim ki bunu yapmak benim haddime değil! Burada anlatmak istediğim mevzu tamamen farklı bir şey... Konuşuyorsunuz bir de baktınız ki yönetici ilk okul mezunu, okuma yazmayı zor çözmüş... Ama adamın bir duruşu var ki sanırsınız yedi tane dil biliyor, profesör olarak ders veriyor. Sonra yönetici tabi sıkılıyor muhabbetten biraz daralıyor ve masasından çıkartıyor bir puro karşınızda çatır çatır içiyor.

Bu adamı işçi seçiyor ve buraya koyuyor. Diyor ki; benim haklarımı işverene karşı savun, senden başka bizi güçlü gösterecek kimse kalmadı. Bu adam seçildiği ilk ay yönetici maaşlarını yükseltiyor ve işçinin verdiği aidatları çatır çatır yiyor. Eğer biraz çapkın bir yapısı varsa o zaman bu aidatları kendisi de yemiyor hee gidiyor metreslerine de yediriyor.

Bakın arkadaşlar burada demek istediğim her sendika yöneticisi para yer, sakın sendikalı olmayın ya da olacaksınız yönetici olun sizde para yiyerek geçinin demiyorum. Benim burada özellikle anlatmak istediğim ülkemizde yaklaşık 50 milyon işçinin bulunduğu bilinen bir gerçek ve bu işçileri tek bir çatı altında toplamak bu sendikaların asli görevi... Bu yöneticiler bırakın sendikaların üye sayılarını yükseltmeyi varolan üyeyi ellerinde zor tutuyorlar.

Şunu dediğinizi duyar gibiyim, "madem o kadar çok biliyorsun, söyle o zaman bu sendikalar nasıl profesyonel olacak?" Şöyle ki sendikaların tüzüklerinin güncellenmesi gerekmekte, 50 yıl öncesinin tüzüğüyle hareket eden sendikalar var günümüzde. Genel kurul seçimlerine girmek için belli bir seviye de eğitim almış olmak gerek maddesi gelmeli bir kere. Bunun yanı sıra daha önce çalıştığı işyerlerindeki sicilinin temiz olup olmadığı da incelenmelidir. Denetim kurullarında bulunan üyelerin düzenli olarak yöneticileri denetime tabi tutması gerekmektedir. Ayrıca bu denetimlerde bağımsız bir muhasebe personelinin de denetim kurulu ile sendika hesaplarını inceleyerek kar zarar analizini çıkarması gerekmektedir. Sendika bünyesinde maaşlı çalışan uzman personelin işin uzmanı ya da Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri (ÇEKO) mezunu olması gerekmektedir. Bunun nedeni ise bir ÇEKO öğrencisi üniversiteye girdiği ilk günden bu yana sendikaya yönelik dersler görmekte ve stajını ise genellikle bu çok zorda olsa sendikalarda yapmaktadır. Madem ki profesyonellikten söz ediyoruz günümüzün gelişmelerine rahat ayak uydurabilen dinamik ve öğrenmeye hevesli bir kadronunda oluşması gerekmektedir.

Burada yazdığım her cümlenin arkasında durmakla birlikte, tekrar üzerinde basarak söylüyorum ki işini düzgün yapan gerçekten üyesinin hakkı için gece gündüz demeden çalışan azınlıkta olsa sendikalar bulunmaktadır. Onları bu ithamlardan uzak tutuyor, çalışmalarında başarılarının devamını diliyorum. Desteğim her zaman onlarla...

23 Ekim 2021 Cumartesi

Sendikalar İçin Teknolojik Tavsiyeler

Uzun süredir, hatta blogumu ilk açtığım günden beridir, sendikalarla ilgili birtakım makaleler yazıyor ve birilerine ulaşmaya ve ulaştırmaya çalışıyorum. Ancak gördüğüm o ki eleştirilerimin birçoğu gözler önüne serilirken verdiğim tavsiyelerin birçoğu da ne yazık ki kulak arkası edilmeye hep devam ediyor. Her başarılı sendikadan görmeyi beklediğimiz hareketler bunlar...

sendika-teknoloji
 

Neyse ki bu yazımda başlıktan da anlaşılabileceği üzere "başarılı sendika nasıl olur" ya da "işçinin hakkını hangi sendika daha iyi savunur" gibi değil de "teknolojiyi sendikalar nasıl kullanmalıdır ve kullanabilir" bir öneriler zinciri şeklinde sizlere bir yazı sunmayı düşünüyorum. Öncelikle belki de daha önce yazdığım yazılarımda söylediklerimi tekrarlar nitelikte bilgiler vereceğim ancak bu sefer biraz daha istatistiklerle ve net bilgilerle konuşmayı düşünüyorum. Şimdi isterseniz hemen başlık başlık başlayalım ya da konuyu okumak için biraz daha bekleyin ve yeni yazacağım e-kitabı ücretsiz indirerek okumayı deneyin. Tabi kitap biraz daha detaylı ve bol içerikli olacak...

Youtube

Dünya üzerinde yaklaşık 2.3 milyar üyesi bulunan sosyal ağ, özellikle ülkemizde medyaya başkaldırı gösteren eski TV kanalı yayıncılarının ve amatör sunucuların sığındıkları ilk mecra olma özelliğini taşıyor. Özellikle muhalif bir görüş benimsiyorsanız Youtube'da kendinize has bir kitle edinmeniz oldukça kolay oluyor. Tabi ki her sendika doğası gereği muhalif olmak zorundadır. Buradan hareketle Youtube sendikaların yaptıkları işleri, eğitimlerini, hizmetlerini ya da düzenledikleri basın açıklamalarını yayınlayabilecekleri muhteşem bir ortam olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların ilgisini çekmek, kullanıcıları kendinize abone etmek ya da beğeni sayılarınızı artırmak için diğer sendikaları kışkırtmanıza gerek yok. Bir sendika uzmanı olarak paylaşabileceğiniz şeylerin listesini çıkarın ve bunları yayınlamaya başlayın.

Twitter & Facebook

Artık sosyal medya kelimelerini kullandığımız anda aklımıza ilk gelen platfromlar olan Twitter ve Facebook hakkında çok fazla detaylı şeyler yazmama gerek olduğunu düşünmüyorum. Twitter'ın etiket özelliği ile Facebook'un gruplar özelliği zaten sendikalar tarafından aktif olarak kullanılan ve belli bir kampanya ile alakalı ilk başvurdukları yöntemler oluyor. O yüzden sizlere biraz daha farklı ve şaşırtıcı şeyler sunmam gerektiğini düşünüyorum.

Instagram

Instagram konusunda sizi çok fazla şaşırtacak şeyler söylemeyeceğim. Sonuçta sendikada yenen yemeklerin resimlerini ya da sadece sendika binasının fotoğrafını paylaşacak değilsiniz. Instagram ile oluşturduğunuz bir kampanyanızı desteklemek biraz zor olacaktır. Ancak burayı bir duyuru ve anlık canlı yayın aracı olarak kullanabilirsiniz. Takipçilerinize, hikayeler ve gönderiler paylaşarak kampanyalarınızın duyurularını yapabilir ve canlı yayın özelliği ile basit bir telefon aracılığıyla eğitimlerinizi ya da etkinliklerinizi üyelerinize anında ulaştırabilirsiniz.

Tumblr

Aslında bundan 8 yıl önce gerçekten popüler ve adından sık sık söz ettiren bir platformdu Tumblr. Son dönemde şirketin zor bir süreçten geçmesi ve sürekli olarak el değiştirmesi, gündemden düşmesi ve platforma yenilikler gelmemesi, bu platformun kullanılırlığını azalttı. Ancak sendikaların etkinliklerinde ve projelerinde kullanabilecekleri blog eksikliğini çok kolay ve basit bir şekilde giderebilecek bir platform. Düzenlenecek etkinlikler için bilgilendirici metinlerin olduğu, sosyal medya üzerinde yapılan paylaşımların bir araya toplandığı bir dijital almanak oluşturmak için kullanılabilir. Son derece kullanışlı ve güzel bir sunumla büyük bir etki bırakabilecek biçilmiş bir kaftan.

E-Posta

Haftalık ya da aylık bültenler, sendikalar ve araştırmacılar için mükemmel bir takip aracıdır. Sendikalar yaptıkları faaliyetleri bu bültenlerle yayınlayarak online varlıklarını üyelerine ve meraklılarına paylaşabilir ve böylece kendi takipçi kitlelerine haftalık ya da aylık bilgilendirmeler yapabilir.

Şimdilik bu konular hakkına basit bilgiler vermeyi yeterli buluyorum. Çok daha detaylı bir bilgilendirme için elektronik kitabın daha doğru bir kaynak olabileceğini düşünüyorum.

24 Nisan 2019 Çarşamba

Türkiye'de Sendikacılık Mantığı

Bu yazımda aslında sizlere Türkiye'de sendikacılık anlayışının genel resminden bahsederek sendikacılık mantığının ülkemizde neden tam manasıyla oturmadığından bahsedeceğim. Sendikalar, bildiğiniz üzere genel tanımıyla işçi ve işveren karşılıklı hak ve menfaatlerini korumak amacıyla ortaya çıkmış kurumlardır.

Ancak her nedense ülkemizde her sendika yönetimi, işçi ve işveren kesiminden ziyade kendisinin menfaatini düşünmekte... Koltuk sevdasının bu kadar derinlemesine hissedildiği başka bir kurum var mıdır ondan da çok emin değilim. Bu durumu değiştirecek olan tabi ki işgücüne yeni katılan genç işçi kesimi olacaktır. Koltuk sevdası ile ilgili Murat Özveri'nin zamanında Taraf gazetesinde yayınlanmış bir röportajına da buradan ulaşabilirsiniz. Murat Özveri'nin de dediği gibi sendika yöneticilerini koltuk sevdası yönetiyor ülkemizde...

Bu tabloyu daha net anlayabilmeniz için size şöyle bir örnek gösterebilirim. Sendika üyesi bir işçinin işvereni hakkında bir konuda küfürlü konuştuğunu düşünün. Normal şartlarda ortamda bir sendikadan söz edilmezse o işçinin sözleşmesi işveren tarafından feshedilir. Ancak o işçi sendikalı olduğu için öncelikli olarak disiplin kurulu toplanır ve işçinin iş akdi feshi gerektiren bu hareketi uyarı veya ücret kesimi cezasına çevrilir ve işçi o işyerinde çalışmaya devam edebilir. Ancak sendikalarda çalışan kişilerin sendika üyelikleri olmadığı için o çalışan aynı hareketi yapmış olsa anında iş akdi feshedilir. Bunun nedenini de şu şekilde yorumlayabilirim. Daha öncesinde işverenin emrinde yapmış olduğu işi yapmaya devam etmekten başka bir kabiliyeti ve becerisi olmayan düz bir işçiden başka bir şey değilken, sendika yöneticiliğine seçildikten sonra hayatlarında görüşemeyecekleri insanlarla aynı masada oturan, aynı toplantılarda yer alan kişiler koltuklarına gelecek en ufak sözü kendilerine bir hakaret olarak gördüklerinden ve bulundukları koltukların zerresine zarar gelmemesini istediklerinden dolayı kendi üyeleri için yaptıkları fedakarlıkları, kendi çalışanları için yapmamayı tercih ediyorlar. 

Sonuç olarak koltuk sevdası gerçeklerin dile getirilmesinden ve yapıcı eleştirilerden çok daha önce geliyor...

26 Nisan 2020 Pazar

Sendikalar Sosyal Medya Araçlarını Neden Kullanamıyor?

Daha önce yazmış olduğum "Teknolojik Sendikacılık Nedir?" başlıklı yazımda bir sendikanın genel olarak teknolojik anlamda kendisini nasıl geliştirmesi gerektiğinden bahsetmiştim. Bu yazımda aslında eleştirel bir yaklaşım benimseyerek sendikaların neden sosyal medya araçlarından uzak kaldığını ve neden bu araçları faydalı bir şekilde kullanamadıklarına değinmeye çalışacağım. Ancak konuya başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki burada yazdıklarımın, ülkemizdeki sendika ağalığı yönetim şekli göz önüne alındığında, bir ütopyadan öteye geçemeyeceğinin farkındayım.

Sendikalar Sosyal Medya Araçlarını Neden Kullanamıyor

Özellikle Covid-19 süreci ile insanlar zorunlu olarak evden çalışmaya başladı ve bu sürecin etkisi ile çalışma ilişkilerinde yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmaya başladı ve farklı şirketlerde farklı çalışma şekilleri uygulanmaya başladı. Bu uygulamaların gerçekleşmesine en çok olanak sağlayan olgu ise internet oldu. Çalışanlar kendi aralarında internet ortamında örgütlenmeye başladı. Örneğin; AVM çalışanları, AVM Çalışanlarının Sesi adlı bir Twitter hesabı açarak AVM'lerdeki çalışma saatlerine ilişkin düzenleme yapılması için kampanya başlattılar. Ancak burada bir sorun var. Sendika nerede? Türkiye'de yaşadığımız Covid-19 sürecine ilişkin adım atan birkaç sendika dışında herhangi bir sendikanın bir kampanyasını göremedim. Çalışma hayatını kökten değiştirebilecek bir yasal düzenleme yapıldığında sözüm ona konfederasyon başkanları sadece bir iki haber kanalında yayına çıkarak sadece "Biz bunu kabul etmiyoruz" demeyle yetindi. Ama nereye kabul etmiyorsun? Bir düzenleme yürürlüğe girdikten sonra, sen istediğin kadar kabul etmiyorum diyebilirsin. Senin bunları kabul etmemen için işçi hareketinin önderi olman lazım. Sen ne Şemsi Denizer gibi bir lidersin ne de onun dönemindeki medyaya sahipsin. Şemsi Denizer (bilmeyenler için farklı bir yazı daha yolda bu arada), kendi döneminde elinde var olan bütün imkanları kullanmış, işçilerin kabul etmediği toplu iş sözleşmesi maddeleri için grev kararı almış, hükümet bakanlar kurulu kararıyla bu grevi ertelediğinde Ankara'ya gitmeye karar vermiş ve Zonguldak ile Ankara arasındaki karayolu taşımacılığı yine hükümet tarafından yasaklanınca da "Onlar bizim otobüslerimi durdurabilirler ama yürüyüşümüz durmayacak. Hep birlikte Ankara'ya yürüyeceğiz!" diyerek arkasına aldığı 70.000 kişilik işçi topluluğu ile Ankara'ya yürümüştür. O dönemin sendikal anlayışı fiili harekete geçmeyi öngörüyor ve ona göre adım atıyorsa, bugünkü sendikal anlayış da sanal bir hareket yaratarak Ankara'yı twit yağmuruna tutması ve TrendTopic gündeminden değil 5 gün 15 gün düşmemesini öngörüyor.

Peki sendikalar neden sosyal medya araçlarını kullanamıyor? Aslında benim gördüğüm kendilerince kullanmaya çalışıyorlar ancak YETERSİZ. Bu büyük bir şekilde yazdığım "yetersiz" kelimesi, kelimenin tam anlamıyla yetersizdir. Şöyle ki, Facebook üzerinde grup araması yaptığınızda hemen hemen her sendika şubesinin kendine has bir Facebook grubu olduğunu görürsünüz. Ama göremediğimiz birşey var: O da; grupların içlerindeki profesyonellikten uzak, sadece kendi üyesine hizmet etmeye çalışan ve işkoluyla bağını tamamen koparmış, yeni bir işyerinde örgütlenme kaygısı olmayan, koltuğunu sağlama almış ve sendikanın profesyonel yöneticisi olduğu için kıdem tazminatını alarak emekli olmuş ve hem emekli maaşı hem de yöneticilik maaşı ile geldiği yeri unutarak kendini yaşlanmaya adamış bir yönetici profilidir. İşte bu profildeki yöneticiler sayesinde sendikalar, profesyonel kelimesini sadece her yöneticinin bir sekreterinin olması, altına sıfır kilometre bir araba çekmek (bu durum benim her ne kadar savunduğum bir konu olsa da bir bakıma yanlışlığını da bildiğim bir durum), sadece Facebook üzerinde okey oynamak ya da üyelerle öylesine muhabbet etmek için en güzel bilgisayarları almak ve o yöneticiyi oraya getiren üyeyi, yöneticinin odasına sokmamak için kapıya bir güvenlik dikmek olarak anlıyorlar.

Size kötü bir haberim var saygı değer sendika yöneticileri! Siz profesyonel değilsiniz ve koltuğa oturma hakkınız da yok! Sizin emekli ikramiyenizle aldığınız yazlığa ya da köyünüzde yaptırdığınız eve gidip, bahçenizdeki domatesler olmuş mu onu kontrol etmeniz gerek. Sizin devriniz geçiyor. Siz bir Şemsi Denizer değilsiniz ve tırnağı dahi olmazsınız! Artık genç nesillerin bu koltuğu devralma vaktidir! Sizler yüzünden yeni kuşaklar sendikaları işe yaramaz, işçi parası yiyen bir kurum olarak görüyor. Sendikaların imajı, sizin gibi yöneticiler yüzünden yeni nesil karşısında yerlerde... Ve siz varoldukça ne genç işçiler sizi tercih edecek, ne de hükümet sözünüze kulak verecek!

19 Mart 2019 Salı

Örgütlenmeliyiz!!!

Bu yazımda aslında kelimenin tam anlamıyla yazacak bir konu bulamıyordum. Ancak işyerimde yaklaşık 15 dakika önce yaşadığım bir olaydan esinlenerek bu yazıyı yazmaya karar verdim. Örgütlenmeliyiz dostlar...


Örgütlenmeliyiz dediğimde belki de sizin aklınızda farklı konular canlanabilir ve "ne diyor ya bu adam" diyebilirsiniz. Örgütlenmekten kastım, sendikal örgütlenme... Sendikalar hakkında daha önce birkaç tane yazı yazdım. Özellikle geçmişte ülkemizde yaşanan olayları göz önünde bulundurduğumuzda belki korkutucu gelecektir. Ancak "en kötü sendika, sendikasızlıktan iyidir" sözünü de size hatırlatmak isterim.

Son zamanlardaki istatistikleri incelerseniz eğer sendikal örgütlülük konusunda hangi seviyede olduğumuzu rahatlıkla görürsünüz. Ancak unutmayın ki çuvaldızı bazen kendimize de batırmamız lazım. İşçiler sendika üyesi olmuyor, peki sendikalar neden işçileri üye yapmıyor? Sendikalar aslında yorulmuşlar, inançlarını kaybetmiş ve işverenin çirkef tavırlarından sıkılmış durumdalar. 

Dediğim gibi az önce yaşadığım bir olaydan esinlenerek yazıyorum bu yazıyı ve aslında insanların inançsızlığı ve kabullenmiş tavırları bu yazının konusu... İşçiler kabullenmiş arkadaş, "sendika üyesi olursam işimi kaybederim", sendikalar da kabullenmiş, "üye yaparsam işverenle mahkeme köşelerinde sürünürüm" diye. Peki çözüm ne? İşçi işimi kaybederim diye sendika mahkeme süreçleriyle uğraşırım diye yakınırken kimse bir şey yapmayacak mı?

Her zaman söylediğim bir söz vardır: İşçi yürürse, dünya döner. Pavlov bize deneylerinde göstermiş öğrenilmiş çaresizliği. Pavlov'un köpeğinin, her zil çaldığında yemek gelecek diye ağzı sulanırken yemeğinin gelmeyerek aç kalmasını nasıl kabul ederiz. Neden örgütlenmek için çaba vermiyor, ödeyeceğimiz bedellere rağmen kazanacağımızı düşünmüyoruz. Sizce Elon Musk Paypal'deki payını satarken işsiz kalacağını düşünüyor muydu? SpaceX projesine tüm parasını yatırırken artık eskisi gibi ailesini akşam yemeklerine çıkaramayacağının planını yapıyor muydu? Bizim en büyük sorunumuz kabullenmek arkadaş... Kabullendiğimiz zaman işçi yürümeyi keser, robotlar işini alır. Kabullenmeyin!

Bir zorluğu kabullendiğiniz zaman artık o işi bıraktınız demektir. Zorluklarla başa çıkmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Önemli olan o zorlukla nasıl başa çıkacağınızı düşünün. Nasıl mücadele edeceğinizi ve kendinizi nasıl bu zorluğa karşı hazır tutacağınızı düşünün. Gandhi, büyük yürüyüşünü yaparken kolay olacağını mı düşündü? Hadi biraz da kendimizden örnek vereyim. Şemsi Denizer, 1991 yılında Ankara'ya yürüdüğünde askerin yollara kırmızı halı sereceğini mi düşündü? Zorluğu kabullenmeyeceksiniz, zorlukla mücadele edeceksiniz. Siz zorlukla mücadele etmediğiniz sürece bu iş olmaz. Örgütlenemeyiz.

18 Aralık 2018 Salı

Türkiye'de Sendikaların Yapıları Nasıldır?

Daha önce "Sendikalar Ne İş Yapar?" başlıklı yazımda ülkemizde sendikaların üstlendikleri görevlerden ve yaptıkları faaliyetlerden örnekler vererek bahsetmiştim. Bu yazımda ise aslında son zamanlarda çok sık denk geldiğim bir konudan bahsetmek istiyorum. En azından bir nebze de olsa bu konuya da açıklık getirmek isterim.

Ülkemizde sendikaların yapılarından ve konfederasyonlardan, sendika üyesi olan işçiler dışında, halkın çok fazla bilgisi olduğunu görmedim. O yüzden bu konuyu olabildiğince açık ve bol örnek vererek anlatmaya çalışacağım.


Öncelikle işe yapısal olarak küçük bir yapıya sahip sendikalardan başlamak istiyorum. ülkemizde bir sendikanın kurulabilmesi için en az 7 işçinin bir araya gelerek bazı kuruculuk şartlarını yerine getirmeleri gerekmektedir. Bunu sağlayan işçiler sendika kurabilirler. Sonrasında ise sendikaların asli görevlerinden olan örgütlenme çalışmalarına başlayabilirler. 

Bir sonrakiaşamaya geldiğimizde ise yapısal olarak biraz daha büyümemiz gerekiyor. Şöyle ki bir araya gelen 7  işçi bir sendika kurdu ve kurdukları bu sendikalardan 5 tanesi de bir araya gelerek konfederasyon kurabilirler. Bu konfederasyon dediğimiz kurumları ise şöyle düşünebilirsiniz.

Öncelikle 7 kişilik bir halkımız vardı. Bir araya geldiler ve şehir (sendika) kurdular. Sonrasında 5 farklı şehir bir araya geldi ve bir ülke (konfederasyon) kurdular. Umarım buraya kadar her şey anlaşılır olmuştur. Bir de bu kurumların uluslararası boyutu olanlar var. ITUC, ITF, ETF gibi kurumlar örnek verilebilir. Bunlar yapısal boyutlarındaki hiyerarşiden farklı olarak faaliyet göstermektedirler. Şöyle ki; uluslararası bir kuruluş olan bu kurumlara sendikalar kendi başlarına da üye olabilirler. Tabi ki unutmadan söylemek gerek sendikaların en yetkili organı olan genel kurullar bu kuruluşlara üye olma ya da üyelikten ayrılma konusunda karar alma organıdırlar.

9 Ekim 2021 Cumartesi

Sendikalarda İnsan Kaynakları Süreçleri

Bildiğiniz üzere bir süredir dil eğitimi için yurtdışındaydım. Artık Türkiye'ye dönüş yaptım ve klasik iş arama süreçlerine girdim. Bir süredir tekrar sendikalarda iş bulmak için emek sarfediyorum. Aslında yine eski yazılarımdan birinde de bahsetmiştim: İş aramak tam zamanlı bir iştir. Bende bu kuralla hareket ederek, iş arama sürecimde acele etmeden serin kanlılıkla tüm yakın ilişkilerimi kullanmaya ve yeni çevreler edinmeye çalışıyorum. Ancak sendikalarda iş bulmak ne yazık ki bilgisayar başında oturup Linkedin ya da Kariyer.net gibi internet sitelerinde yayınlanan ilanlara başvurmak kadar basit olmuyor.

sendika
 

Daha önceki yazılarıma yine atıfta bulunmam gerekirse sendikaların personel profillerinden ve iç yapılarından bahsetmiştim. Bu konulara daha fazla değinmeyeceğim. Burada bahsetmek istediğim şey ise iş arama süreçlerinde başımdan geçenleri genel geçer bir şekilde sizlere aktarmak. Öncelikle sendikalarda çalışmak isteyen biriyseniz bu kararınızı iki defa düşünün. Bunun nedeni sendikal kariyeriniz ve tecrübeniz sendikalar dışında başka hiçbir kurumda işe yaramaz. Özellikle özel sektöre yaptığınız başvurular saniyesinde red edilir. Bu yüzden bu konuda nasıl bir kariyer planlaması yapacağınıza önceden karar vermelisiniz.

Kesinlikle ama kesinlikle işe uygun eleman alınmasını beklemeyin. Alice ile birlikte Harikalar Diyarı'nda yaşamıyorsunuz. Burası bir sendika, burada her zaman elemana uygun iş uydurulur, işe uygun eleman bulmak işçinin hakkını savunan kurumlara göre bir şey değildir. Nerede bir akraba, bir tanıdık ya da bir gün işimize yarayabilecek, işimizi görebilecek biri varsa ilk onu alalım düşüncesiyle hareket eder işini hakkıyla yapan sendikalar... Yoksa toplu iş sözleşmesinde işe yarayan bir hamle yapabilecek bir toplu iş sözleşmesi uzmanına ya da uluslararasında yerimizi iyi bir konuma getirebilecek bir dış ilişkiler uzmanına ya da sendikamız bünyesinde yeni işyerleri örgütleyebilecek bir çevresi olan örgütlenme uzmanına neden ihtiyaçları olsun ki bu güçlü sendikaların... Lütfen ama bu konular zaten zamanla kendiliğinden rayına oturabilecek işler, hiçbir şey olmadı en kötü işveren işçilerinin hakkını layıkıyla savunan bir toplu iş sözleşmesi hazırlar, bizim bu işin ehli sendikacılarımız da onu imzalar. Bu işin ehli sendikacılarımızın bunlardan çok daha önemli işleri de vardır. Antalya'da, Bursa'da, Erzurum'da, Muğla'da ya da Niğde'de başkanlar kurullarını toplayıp sonraki seçimin hazırlıklarını konuşup tatil yapmaları lazım.

İşin latifesi bir tarafa ne yazık ki ülkemizdeki sendikalar profesyonel yapıya erişmedikleri için, sendikacılarımız da profesyonelliği sadece bir seçim propagandası olarak kullandıkları için sendikalarda insan kaynakları süreçleri konusunda bir gelişmeden ya da benzeri bir durumdan söz etmem mümkün değil. Sadece size söylebileceğim eğer ki gerçekten severek yapabileceğinize inanmıyorsanız, yol yakınken sendikal kariyerden uzak durmanız.

Bana sorarsanız "sen neden devam ediyorsun? diye. Ben gerçekten sendikal kariyer hedefleyen ve sonuna kadar bu kariyerin meyvelerinden faydalanabileceğimi düşündüğümden dolayı bu konuda halen daha ısrarcıyım. Benim gibi düşünen değerli uzmanlar, umarım bir gün yollarımız kesişir ve sizlerle tanışma fırsatını elde edebilirim. Görüşeceğimiz güne kadar, sevgiyle ve özellikle sabırla kalın...

4 Nisan 2017 Salı

Tümtis Grev Kararı Aldı

TÜV-TÜRK'e bağlı Tem-Kocaeli Araç Muayene İstasyonlarında çalışan işçilerin, Tüm Taşıma İşçileri Sendikası'na (TÜMTİS) üye olmaları ve 48 işçinin işten çıkarılmasıyla 2014 yılında başlatılan hukuki mücadeleyi kazanan TÜMTİS, toplu sözleşme masasından grev kararıyla kalktı.


3 Nisan 2017 itibariyle Gebze, Gölcük ve Köseköy olmak üzere 3 farklı işyerinde grev kararı alan TÜMTİS, işyerlerine grev pankartı astı. Basın açıklaması yapan TÜMTİS Genel Örgütlenme Sekreteri Muharrem Yıldırım açıklamasında "Bugün işverenin, yasa tanımaz, kanunları hiçe sayan keyfi tutumundan dolayı burada grev aşamasına gelinmiştir” diyen Genel Örgütlenme Sekreteri Muharrem Yıldırım konuşmasını şu sözlerle sürdürdü; “Bu işyerinde 2014 yılında başlattığımız örgütlenme çalışmasında işveren, çalışanların sendika hakkına saygı göstermek yerine üyelerimize baskı uygulayarak sendikadan vazgeçirmeye çalıştı. İşveren, önce 6 işçiyi işten çıkardı, üyelerimizin kararlı duruşu karşısında ise yeniden işçi kıyımına girişti. Toplam 48 üyemizi işten çıkardı ancak açtığımız işe iade davalarında mahkemeler sendikamızı ve işçileri haklı buldu.” dedi.

Sendikal örgütlenmenin yasal bir özgürlük olduğu, gerek Anayasa'mızda gerekse 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nda da güvence altına alındığı bilinmektedir. Temel insan hakları arasında da bulunan sendikalara üye olmayı engellemenin hiçbir mantığı olmamakla birlikte engellemeye çalışmak dahi suç sayılmalıdır.

14 Şubat 2017 Salı

Öğrenciler ve Çalışanlar İçin Toplu İş Sözleşmesi El Kitabı

Blogumun değerli takipçileri bu blogu açarken gerek sektörel bazda gerekse akademik olacak şekilde yazılar eklemeye ve bilgilendirmeler yapmaya çalıştım. Bugün ise sizlere değerli üniversite arkadaşlarım Hamit Atakan Dilbaz ve Fatma Özkan ile birlikte yazdığımız bir elektronik kitabı sizlerle paylaşmak istedik.


Her Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri okuyan öğrencinin kesinlikle bilmesi gereken "6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu"ndan esinlenerek yazdığımız bu kitapta gerek kanundan gerekse bu alanda değerli eserler üretmiş bir çok değerli yazardan alıntılar yaparak ve somut örnekler vererek açıklamaya çalıştığı Toplu İş Sözleşmesi Süreci'ne elimizden geldiğince değinmeye çalıştık. Gerek öğrenciler için Toplu İş Hukuku derslerinde gerekse sendika üyesi çalışanların toplu sözleşme görüşmelerini ve sürecin işleyişini daha iyi algılamaları açısından bir yardımcı kaynak yaratmaya çalıştık. 

Yazdığımız bu kitabı bilgisine ve tecrübesine güvendiğimiz değerli hocalarımıza ve toplu iş sözleşmesi konusunda yüksek tecrübe sahibi insanların onaylarını da alarak sizlerle paylaşıyoruz.

Faydalanmanız ve bilgilenmeniz dileğiyle...



6 Nisan 2017 Perşembe

İLO 154 Sayılı Toplu Sözleşme Konvensiyonu

Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) tarafından 1981 yılında Cenevre yapılan 67. Uluslararası Çalışma Konferansı'nda oluşturulan ve toplamda 45 ülke tarafından İLO 154 Sayılı Toplu Sözleşme Konvensiyonu'nu Türkiye henüz kabul etmediği için Türkçe bir metni bulunmamaktadır.


İLO ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenen ve "Çalışma Hayatı'nda Sosyal Diyaloğun Geliştirilmesi Projesi" kapsamında Türkiye'deki sosyal taraflar olan konfederasyonlar ve bağlı sendikalara kurumsal kapasitelerinin artırılması, örgütlenme özgürlüğü, toplu pazarlık ve sosyal diyalog konularıyla alakalı 10 - 11 Nisan 2017 tarihlerinde İLO Ankara Ofisinde toplantı yapılacak. Toplantı kapsamında 87, 98, 135, 144, 151 ve 154 sayılı İLO Sözleşmeleri hakkında bilgi verilecek. Bu sözleşmelerden 87 Sayılı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi, 98 Sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi, 135 Sayılı İşçi Temsilcileri Sözleşmesi, 144 Sayılı Üçlü Danışma Sözleşmesi ve 151 Sayılı Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi Türkiye tarafından kabul edildiği için Türkçe metinlerine erişmek mümkün. Ancak 154 Sayılı Toplu Sözleşme Konvensiyonu hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim.Bu yüzden bende 154 Sayılı sözleşmeyi Türkçe'ye çevirdim. Türkçe metni aşağıda görebilirsiniz ayrıca orjinal ingilizce metne ulaşmak için de burayı tıklamanız yeterli olacaktır.

Lütfen gördüğünüz hatalı yerleri yorum atarak yada iletişim sayfası üzerinden bana bildiriniz.

13 Haziran 2021 Pazar

Sendikal Güç ve Refah Düzeyi İkilemi

Sendikalar yapıları gereği üyesi olsun olmasın tüm işçilerin sosyal ve ekonomik haklarının korunması ve geliştirilmesi için ortaya çıkmış güçlü gruplardır. Temel amaçları sosyal ve ekonomik hakların korunması ve geliştirilmesi olan bu kurumlar aslında işçi kesiminin refah düzeyini belli bir düzeyde tutmaya özen gösterirler ve bunun için mücadele ederler. Peki refah düzeyi yüksek bir toplumda sendikal mücadelenin başarısı ne olabilir?

Sendikal Mücadele
 

Öncelikle bu konuda kendi fikirlerimden bahsedeceğimi ve bazı temel noktalardan hareket ederek bu yazının ana temasından çıkmadan devam edeceğimi belirtmek isterim. Sendikaların ilk ortaya çıktığı dönemlere baktığımızda genellikle sürekli düşürülen ücretler ve zorlaşan yaşam standartlarına karşın işçilerin bir araya gelerek kolektif bir grup olarak işverene karşı isyan etmelerini görmekteyiz. Örneğin, sendikal mücadelelerin ilk ortaya çıktığı İngiltere'deki o dönemi incelediğimizde artan makineleşme ile beraber düşen işçilik ücretleri, çocuk işçiliğin artması, uzun süren çalışma saatleri, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili önlemlerin alınmamasının doğrultusunda çalışanların yaşam standartlarının düşerek aile ve eğlence hayatlarının sonlanarak sadece iş yaşamına entegre bir hayat sürdürmelerini sayabiliriz. Bu nedenle ortaya çıkan işçi isyanları ve ortaya çıkan kanlı grevler sonucunda örgütlenen işçilerin mesleki ve sektörel olarak gruplanmaları ile sendikalar ortaya çıkmıştır. 

Günümüze geldiğimizde baskıcı rejimlerin ve diktatörlük hükümetlerinin yönettiği ülkeleri saymazsak, sendikalar işçilerin refah düzeylerine göre hareket etmektedirler. Bu ülkeleri bu konunun dışında tutmamızın en temel sebebi ise sendika yöneticilerinin hükümet odaklı hareket ederek, hak mücadelesinden kaçındıklarını görmekteyim. Bu doğrultu da hak mücadelesinin olmadığı bir ortamda sendikal gelişimden söz edemeyiz. Bu dipnotu aktardıktan sonra konumuza dönecek olursak, sendikal mücadelenin refah düzeyine oranla düşüş göstermesini, birebir yaşadığım bir örnek olarak, Avustralya'dan verebilirim. Avustralya'da bulunan Avustralya Üretim İşçileri Sendikası'nın 2019 yılında imzaladığı toplu iş sözleşmesi ile üyelerine yıllık yüzde 1,5 zam aldıklarını öğrendim. Dışarıdan bakıldığında aslında son derece gülünç bir rakam olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak yaşam kalitesi, refah düzeyi, satınalım gücü gibi etmenleri işin kattığımızda ve enflasyonun yüzde 3 ile yüzde 5 arasında inip çıktığını düşündüğümüzde üyeleri bir nebze de olsa tatmin edebilecek seviyede olduğunu söyleyebilirim. Buradan hareketle refah düzeyinin ortaya çıkardığı yaşam kalitesinin yüksek olması ile birlikte satınalım gücünün yeterli seviye de olması hem işçileri hem de sendikaları hak mücadelesinin dışında olmasını sağlıyor.

Hak arama konusunda bir mücadeleye girebilmek için öncelikle işveren ya da hükümet tarafından işçi kesiminin birtakım haklarının kısıtlanması ya da elden alınması gerekmektedir. Ortada böyle bir durum yokken, yaşamsal faaliyetlerin yerine getirilebilmesi ve Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde belirttiği basamaklardan ilk üçünü (Fizyolojik ihtiyaçlar, Güvenlik İhtiyacı, Ait olma ve sevgi ihtiyacı) vatandaşlarına kolaylıkla sunabilen ülkelerde sendikal mücadelelerin sadece ideolojik etken olarak ortaya çıktığını ve sembolik bir şekilde desteklendiğini görüyorum.