12 Ocak 2017 Perşembe

Blogger Eğitim Serisi - Nasıl Blog Açılır?

Birçoğumuz "bir blog açıp para kazanayım" ya da "takipçilerim olsun yazdıklarımı okusunlar" diye düşünür durur. Ama nereden başlayacağımızı bilemeyiz. O yüzden bir rehber niteliğinde olsun diye bu yazı dizisine başlıyorum. Bu yazı dizisi boyunca Blogger'da nasıl blog oluşturulur, nasıl konu açılır, makale düzeni nasıl olmalı, seo ayarları nasıl yapılmalı, yeni tema nasıl yüklenir, tema nasıl düzenlenir gibi birçok konuya değinerek sıfırdan temiz bir anlatım yapmayı hedefliyorum. Biraz uzun bir sürece yayılacak bir yazı dizisi olacak baştan söylemek gerek. Yazıların içerisinde farklı kaynaklara da yönlendirmeler ve atıflar yapmayı düşünüyorum. Ayrıca eğer vaktim olursa bu eğitimlerinde birer videosunu hazırlayıp YouTube kanalımda da yayınlayabilirim. Son olarak bu derslerin tamamını da menüdeki Blogger bağlantısına tıklayarak oradan ulaşabilirsiniz.

Dersimize başlıyoruz...


Öncelikle Blogger'dan biraz bahsetmek istiyorum. Blogger, Google'ın kişisel bir blog servisidir. Bu yüzden bir blog açmak istiyorsanız eğer Gmail hesabınızın olması zorunludur. Gmail hesabımızı aldıktan sonra Blogger.com'a giriyoruz. Gmail giriş ekranı gibi bir ekran gelecek mail ve şifremizi yazarak giriş yapıyoruz. Giriş yaptıktan sonra karşımıza aşağıdaki gibi ekran geliyor.


Burada kırmızı ile işaretlediğim alandaki "Yeni Blog" butonuna tıklayın. Ardından karşınıza yine aşağıdaki gibi bir ekran gelecek.

Şimdi bu ekranda kırmızı ile işaretlediğim alanları açıklayacağım. 

1- Bu alanda blogunuzun isminin ne olmasını istiyorsanız onu yazın. 

2- Bu alana ise ziyaretçilerinizin gireceği blogunuzun adresini yazacaksınız. Sitenizi Blogger üzerinden açtığınız için ".blogspot.com" uzantısı otomatik olarak belirecektir. Yan tarafta çıkan mavi tik işareti ise seçtiğiniz adresin kullanılabilir olduğunu göstermektedir. Eğer ".com" uzantılı bir site açmak istiyorsanız da bu adımları takip edin ve ilerleyen zamanlarda göstereceğim gibi bir alan adı firmasından alan adı alıp bu blogunuza bağlayabilirsiniz. Burada bir diğer önemli nokta da blog adresinizin blog ismiyle uyumlu olması gerekir. Bunun en önemli nedeni ise seo açısından büyük önem arz eden bir etken olmasıdır. Mesela bir yemek tarifi blogu açacaksanız blog isminizi "Yemek Tarifleri" blog adresinizi ise "yemektarifleri.blogspot.com" şeklinde yaparsanız sitenizin Google'da üst sıralarda görünmesine büyük etki sağlayacaktır. 

3- Bu alanda ise Blogger'ın size sunduğu hazır tema şablonları mevcut buradan istediğiniz herhangi bir şablonu seçebilirsiniz. Bu şablonları ise ilerideki derslerde göstereceğim şekilde değiştirebilirsiniz. 

Son olarak 4 numarayla gösterdiğim "Blog Oluştur" butonuna basarak blogunuzu oluşturabilirsiniz.


Blogunuzu oluşturduktan sonra yukarıdaki gibi bir ekranla karşılacaksınız. Bu ekranda ise sol tarafta gördüğünüz menülerden blogunuza sayfa ekleyebilir, içerik girebilir, blogunuzun istatistiklerini görebilir ve blogunuzun temel ayarlarını yapabilirsiniz. Bu ekranda yer alan menüleri bir sonraki dersimizde detaylı bir şekilde anlatacağım. Şimdilik bu dersimizin sonuna geldik. 

11 Ocak 2017 Çarşamba

John Wick'i İzledim (Spoiler İçerir)

Dün canım sıkıldı ve bir film izlemek istedim. "Acaba ne izlesem?" diye düşünürken John Wick'in ikinci filminin çıkacağı haberine denk geldim ve merak ettim. İlk film gösterimden kalktığı için mecburen internet üzerinde var olan film izleme sitelerinden birinden açtım ve izledim. Filmle ilgili görüşlerime geçmeden önce filmi özellikle kurgusal yönü ve oyunculuk açısından çok beğendiğimi söylemek isterim.



Evet, başlıkta da dediğim gibi biraz spoiler olacak ancak o kadar da olsun canım, bakarsınız sizi filmi izlemek için teşvik etmiş olurum. Öncelikle Matrix serisinden Neo olarak tanıdığımız ve hatta bir neslin sürekli "aha ne o!" gibi esprilerine konu olan, hatta bu esprileri duysa muhtemelen sinemaya küsecek olan, Keanu Reeves abimiz başrol olmuş ve Matrix ve Constantine filmlerinde olduğu gibi önüne gelene veriyor ayarı... Eski emekli bir kiralık katil olan John Wick (Keanu Reeves) abimiz, karısının ölümü sonrasında kendi kendine yas tutarken, zamanında ortak iş yaptığı ve jübilesini yaparken büyük kıyak geçip tüm rakiplerini teker teker temizlediği Viggo Tarasov (Michael Nyqvist)'un oğluyla bir benzinci de karşılaşıyor ve karşılıklı atarlandıktan sonra eve gidiyor. Akşam vakti John abimiz yemek yerken birden kapı çalıyor ve kargoyla yavru bir köpeği abimizin eline verip gidiyor. Yavru köpek ise karısının John abimize, "ben öldüm gittim diye hemen karıya kıza sarma, al bununla oyalan" dediği sözde bir hediyeymiş... 


Lafı fazla uzatmadan bu alemin kralı Viggo Tarasov'un benzinci de atarlandığı oğlu İosef Tarasov (Alfie Allen) bizim John abinin evini basıyor, köpeği öldürüyor ve arabasını alıp kaçıyor. John abi de sabah uyanıyor ve intikam için hazırlanıyor. Tek başına ortalığın anasını ağlatıp filmin sonunda Viggo Tarasov'a da "Nasıl kral yaptıysak indirmesini de biliriz" deyip, içindeki devrimci ruhla veriyor ayarı ve tahttan indiriyor. Son sahnede vurulmuş halde eve gitmeye çalışırken bir barınağa girip oradan da bir köpek alan John abimiz, yaralı bir halde evin yolunu tutuyor...



Özellikle dövüş ve aksiyon sahneleriyle eğlenceli bir seyir keyfi veren bu filmi sizinde izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Dediğim gibi bence çok iyi bir yapım olmuş, hele ki son zamanlarda sürekli karşımıza çıkan süper kahraman filmlerinden sonra ilaç gibi gelecektir.

25 Aralık 2016 Pazar

Seo Hocasına Ne Oldu?

Yıllardır Seo dediğimizde tüm webmaster dünyasının aklına gelmekle kalmayan, Google amcaya sorduğumuzda da hemen ilk sıradaki yerini ayıran Seo Hocası tamamen farklı bir yapılanmaya giriyormuş. Özellikle Webtures aracılığıyla Dublin'de ofis açarak Seo ajansı mantalitesini tamamen değiştiren ve çıtayı göklere çıkaran Seo Hocası artık hedef odaklarını yerele değil ulusal projelere çevirmiş durumda. Global bir yapıya kavuşma aşamasında olan Seo Hocası bu değişim sürecinde önemli kararlara imza atmış durumda.



Öncelikle yazının devamını okumadan önce buradaki duyurularını okuyabilirsiniz. Hepimizin bildiği gib yaklaşık 8 yıldır Google amcaya "seo" diye aradığımızda bu alanda artık ordinaryusluğunu almış bir profesör kadar kamuoyundan kabul gören Kaan Gülten'in Seo Hocası sitesi hep en başta çıkardı. Son zamanlarda Google'dan ceza alarak arama sonuçlarından silinmiş olsalarda çok kısa bir süre içerisinde o cezadan da kurtulmayı başarmışlardı. Hepimize "bunlar hep amerikanın oyunu"dedirten bir hadise olsa da bir webmaser forumu olan Fuub'un hacklenmesiyle de sanırım bu değişim kararı iyice hızlandı. Kronolojik sıralamayı her ne kadar ne bir şekilde yapamayacak olsam da bildiğim kadarıyla önce Fuub hacklendi, ardından Seo Hocası ceza aldı.



Değişime önce Fuub'tan başladılar. Adını üst sıralara yazdıran ve webmasterların uğrak noktası olan Fuub, fuub.net adresinden fuub.com.tr adresine yönlendirilerek bir soru cevap projesine dönüştürülmüş. İşin en kötü tarafı da bizlere Arka Sokakların o unutlmaz repliğini hatırlatan "Adamlar tam pislik çıktı Rıza Baba" dedirten eski Fuub içeriğinin tamamen silinmiş olması (bu arada belki bu hack olayından sonra içeriklere zarar gelmiştir o yüzden silinmiş olabilir şimdi adamların günahını almayalım).

Fuub'ta yaşanan değişimle birlikte Seo Hocası'da yeni yapısına kavuşmaya başladı. Yayınladıkları duyuru ile (linkini yukarıda vermiştim) artık sektörde yoğun olarak bulunmayacaklarını ve sektörde yer alan diğer seo ajansları ile uyumlu bir şekilde çalışmak istediklerini belirtiyorlar. Bu doğrultu da tüm Türkiye'de bulunan seo ajanslarını ve bireysel olarak seo alanında faaliyet gösteren uzmanları sitede yer alan sayfalar aracılığıyla bir vitrin modeline döneceklerini yazmışlar. Aslında gerçekten takdir edilesi bir değişiklik olmuş ve gerçekten iyi bir dönüşüm olacak gibi görünüyor. Bekleyip göreceğiz.

Bu arada buradaki sayfadan seo ajanslarına ulaşabilirsiniz ve bir ajansınız varsa ekle butonuna basarak side bu vitrinde yerinizi alabilirsiniz. Ayrıca buraya tıklayarak ise bireysel seo uzmanlarına ulaşabilir ve yine ekle butonu sayesinde sizde kendi adınızı bu listeye ekleyebilirsiniz.

24 Aralık 2016 Cumartesi

Microsoft, Linux Vakfına Katıldı. Peki Neden?

Hepimizin, bilgisayar denince aklına ekran, klavye, mouse ve ekrandaki Windows logosu gelir. Windows dediğimizde ise işletim sistemleri dünyasının adeta bir Sabri Reyiz'i olan Windows XP gelir. İşte Microsoft ilk ortaya çıktığı günden bu yana öyle güzel işlemiş ki bunu bize, biraz araştıran ya da sorgulayan biri değilsek hemen tek işletim sistemi Windows gibi düşünüyoruz. Bu tıpkı  internetin sadece Google ve Facebook'tan varolduğunu düşündüğümüz gibi (he bide haber siteleri).


Peki Bill Gates amcamız hepimizde bu etkiyi bırakmışken, Linux Vakfına neden katıldı. Gerçi Bill Gates değil, Satya Nadella ama sonuç olarak Microsoft'un büyü bir orandaki hissesine hala Bill Gates sahip ve onun onayı olmadan kolay kolay böyle bir işe kalkışılacağını düşünmüyorum. Her neyse konumuza dönelim. Bill Gates ya da Satya Nadella Microsoft'un Linux Vakfına neden üye olmasını istemiş olabilir ki? Aslında benim aklımda bir kaç ihtimal var. Şimdi sırasıyla bunlara bir bakalım.

Windows Phone Başarısızlığı

Microsoft aslında her ne kadar (bana göre) Windows Phone 8 ile büyük bir çıkış yakalamış olsa da uygulama geliştiricileri kendisine çekmeyi başaramaması ve Satya Nadella'nın bir konuşmasında Windows Phone'larda başarısızlığa uğradıklarını kabul etmesi ve geliştirmelerin durdurulduğunu açıklaması her ne kadar benim gibi Windows Phone sevenleri üzdüyse de ortada da bir gerçek mevcut. Özellikle sektörde büyük bir pasta dilimine sahip olan Android'in Linux çekirdeğini kullandığını düşünürsek ve hatta Ubuntu Touch'ın da aynı şekilde bir Linux dağıtımı olan Ubuntu'nun çatallanmasıdan ortaya çıktığını varsayarsak aslında Linux telefonlar için ideal bir altyapıyı sunuyor. Hatta bazı kullananlar Ubuntu Touch'ın Android'den daha verimli olduğunu dahi söylüyorlar.


Bu durum göz önüne alındığında Microsoft'un acaba Linux çekirdeğini kullanan bir mobil işletim sistemi yapabileceği benim aklımı kurcalayan nedenlerden biri. Bu düşünceme delil olarak ise Microsoft'un Windows Phone 10 ile Android uygulamalarını çalıştırabilen bir yapıda olmasını sizlere sunabilirim. Sonuçta Microsoft, BlackBerry gibi uygulama açığını Android uygulamalar ile kapatmak istemişti.

Stabil Bir Windows?

Herhangi bir Linux dağıtımı kullananlar bilir, özellikle Windows'tan sonra Liux kullanmak ilaç gibi gelir insana... O hız, o stabillik, o özelleştirilebilirlik... Gerçekten çok güzel hissettirir, hele ki bilgisayarınız eski ve düşük bir donanıma sahipse. Kali Linux (eskiden Backtrack olarak bilinirdi) ile ortaya çıkan "heçkırlar Kali kullanıyormuş", "Kali'den face patlatma", "Kali'de site heykleme", "Kali yükleyip heçkır olcam" muhabbetleri ile bir çok gencimiz Kali kuramayıp (kurulumu zordur) "o da Linux bu da Linux" mantığıyla farklı dağıtımlara yönelerek arkadaşlarına hava atıp Linux'un tanınırlığını artırmışlardır. Son zamanlarda dünya da hızla yaygınlaşan Linux kullanıcılarının Windows'un stabilliğinden şikayet etmesi belki de Microsoft'u yeni arayışlara yöneltmiş olabilir.

Bayern Münih & Borussia Dortmund Kardeşliği

Bayern ve Dortmund arasındaki hikayeyi bilmeyeniniz yoktur herhalde. Hiç bilmeyenler için Dortmund bir ekonomik krize girer ve yüksek bir meblağ borcu vardır, kulüp artık iflasını duyurmak üzeredir. Ancak bir yardım eli uzanır ve Bayern 3 milyon euro borç verir. Dortmund o parayla acil ödemelerini yapar ve artan kısmı ile altyapısını güçlendirir. İlerleyen zamanlarda ise borcunu kapatıp stat satın alır ve sonrasında gelen şampiyonluklar olarak devam eder ancak her şey o 3 milyon euro ile başlar.

Belki bir centilmenlik örneği olarak Microsoft'un sırf Linux'a destek olmak için bu tarz bir üyelik işlemini her ne kadar düşük bir ihtimalde olsa düşünmüyor değilim. Tamam kabul bu biraz fazla Pollyanna'cı bir bakış açısı oldu ama belki de adamlar vicdan yaptı. 

Velhasılı kelam adamlar Linux Vakfına üye oldular ve yıllık 500.000 dolar Linux Vakfına ödemeyi kabul ettiler. Artık bundan sonrasını sıkı takip etmek gerekecek.

22 Aralık 2016 Perşembe

Linkedin'i Etkin Kullanmak

Hatırlayacağınız üzere Linkedin kısa bir süre önce 26 milyar $'a Microsoft tarafından satın alınmıştı. Sosyal ağlar arasında en kurumsal, en resmi, en ciddi olan ve çizgisinden ödün vermeyen bir yapısı da vardır. Şahsen ben Microsoft'un satın almasından sonra dolaşan akıllı sosyal ağ söylentilerinden oldukça umutlanmıştım ancak Microsoft CEO'su Satya Nadella'nın yaptığı son açıklama da Linkedin'i özellik Office programlarıyla entegre bir hale getirmeyi amaçladıklarını duyduktan sonra hayallerim suya düştü. Çünkü akıllı sosyal ağ olarak nitelendireceğimiz Bing, Windows, Office, Skype gibi Microsoft ürünleri ile entegre çalışan bir kurumsal sosyal ağ olması oldukça güzel olurdu.



Örneğin; Skype üzerinde ekli olan arkadaşları Linkedin üzerinde ekleyebilir, Windows üzerinde oynadığımız oyunları Linkedin üzerinde paylaşabilir (bunu söylememin en önemli nedeni ise bilgisayar oyunu oynamak insanların yaratıcılığını artırıyor ve daha hızlı düşünmesini sağlıyormuş, sonuçta adamlar oturmuş araştırmış haklılardır), Bing üzerinde birini aradığımızda direkt olarak Linkedin profilini özelleştirilmiş bir pencerede bize sunması ve hatta Bing reklamların bile şu anda Facebook ve Google'da olduğu gibi Linkedin üzerinde paylaştığımız şeylerle ilgili olması iyi olurdu.

Neyse bunların hiçbiri olmadı ve ben bu yazıyı yazmaya başladım, o yüzden isterseniz dönelim konumuza... Evet, Linkedin kurumsal yapısı ve resmi duruşuyla önümüzde çok güzel bir örnek olarak duruyor. Direkt olarak işverenlerle temas kurabileceğiniz ve kendinizi onlara tanıtma fırsatlarınızın olduğu bir alan... Peki biz bu mecrayı ne kadar etkin kullanıyoruz. Açıkçası doğruyu söylemem gerekirse kesinlikle iyi kullananlar var ama birçok kişi Linkedin'i de diğer sosyal ağlar gibi zannedip fıkra, komik olmayan saçma karikatürler, aşk şiirleri vb. paylaşımlar yapabiliyor. Yani eğer Microsoft satın almadan önce Türkiye'deki bu kullanıcıları inceleseydi, bırakın 26 milyar dolar 26 tl bile vermezdi. En nihayetinde ülkemizde birçok insan malesef hakkını veremiyor buranın...

Linkedin aslında yazının başından bu yana dediğim gibi kurumsal bir sosyal ağ arkadaşlar... Burada fıkra, karikatür paylaşmayı bırakmalısınız. Linkedin nasıl kullanılmalıdır öncelikle bunu kavramak gerekir. Eğer Linkedin'i etkili kullanmak istiyorsak resmiyete ve profesyonelliğe ihtiyacımız var. Burada bir vizyon yansıtmalısınız. Profilini tam olarak doldurun. Ardından mümkünse farklı dillerde birer profil oluşturmaya çalışın. Özellikle ingilizce olacak tabi ki... Paylaşımlarınız çalıştığınız kurum veya ilgi alanlarınızla alakalı olsun. Çalışmak istediğiniz sektörlerden haberler, o sektöre ilişkin fikirleriniz, çeşitli yerlerde o sektörün uzmanlarının söylediği sözler, sektöre ilişkin farklı ülkelerdeki uygulamalar bu paylaşım türlerinin başında geliyor. Mümkünse akademik makale yazmaya çalışın ve bunları kabul görmüş site veya dergilerde yayınlatıp o yazınızın linkini Linkedin profilinize ekleyin. Hatta Linkedin Pulse kullanın ve orada da makale yayınlayın ve hazırladığınız sunumları SlideShare üzerinde paylaşarak profilinize ekleyin.

Bunları yaparsanız kesinlikle size iş teklifi gelir demiyorum ancak profilinizin popülerliğini artırmak ve Linkedin üzerinden eleman avı yapan insan kaynakları uzmanlarını kendinize çekmek için kesinlikle çok önemli adımlardır. Umarım zamanla bu yazımı okuyan çıkar ve artık Linkedin üzerinde fıkra ve karikatür görmeyi bırakırız. Bu arada mesleğiniz karikatürist ya da komedyenlikse siz paylaşmaya devam edin.

19 Aralık 2016 Pazartesi

Vine, İnstagram Karşısında Neden Başarısız Oldu?

Öncelikle hepimiz Vine ve İnstagram'ı biliyoruz ve hatta birçoğumuz İnstagram'ı aktif olarak kullanıyoruz. Bu iki mobil platform'dan biri olan Vine, Twitter'ın bünyesinde, İnstagram ise Facebook'un bünyesinde yer alıyor. Twitter, Vine için ne kadar ödediği bilinmese de 80 milyon dolar ödediği söylentileri bir dönem konuşulmuştu. Onun yanı sıra Facebook ise İnstagram için 1 milyar dolar ödeyerek o döneme kadar ki en büyük satın almasını yapmıştı.



Bu iki platformdan Vine'ın kapanacağı ve Twitter'ın satılacağı söylentileri son zamanlarda çok daha yüksek sesle konuşulur oldu. Buna karşılık Facebook ise geçen süre zarfında başta WhatsApp olmak üzere bir çok önemli şirketi bünyesine katmış ve hatta Snapchat'ı satın alamadığı için kopyalamaya bile başladığı biliniyor.

Peki şu soru aklımıza neden gelmesin; Vine, İnstagram Karşısında Neden Başarısız Oldu? Bence burada bakılması gereken nokta Twitter ve Facebook'ta yaşanan gelişmeler. Twitter'da büyük bir otorite boşluğu olduğu görülüyor. Neden mi? Şöyle ki ilk kurulduğu yıllarda sahibi Jack Dorsey CEO görevini de üstlenmiş ve Twitter 750 milyon kayıtlı kullanıcıya ulaştığında Jack Dorsey için zamanın en iyi ve en genç CEO'larından biri söylentileri yapılmıştı. Hatta 2008'de MIT Technology Review tarafından "35 yaşın altındaki en yenilikçi 35 kişi"den biri seçilmişti.

Ancak sonrasında Dorsey'in Square adında bir mobil ödeme şirketini de kurması ve Twitter'daki CEO'luk görevini başkalarına devretmesinin ardından işler beklendiği gibi gitmedi denebilir. Bu kanıya nereden vardığımı soracaksınız tabi ki. Şöyle ki; Jack Dorsey'den sonra Twitter bünyesinde yapılan geliştirmeler ve yenilikler çok fazla son kullanıcıya aktarılamadı. Net olarak belirgin bir şekilde görülen geliştirmeler yapılmadığı gibi yapılanlar ise tam olarak aktarılamadı.

Vine'da bu durumun mağdurlarından aslında... Twitter, Vine'ı satın aldığında Vine sadece üç kişilik bir ekip tarafından geliştiriliyor ve sadece İOS platformunda yer alıyordu. Satın almadan sonra Android ve Windows Phone platformlarında da yayınlanan uygulamanın popularitesi ve kullanıcı kitlesi her ne kadar artmış olsa da yapılan en büyük hata Vine fenomenlerine para dağıtılması oldu. Evet doğru Twitter, Vine'da video paylaşmaları için insanlara para verdi. Sonrasında ise platformdaki durağanlık baş gösterdi ve o da ne!

İnstagram kullanıcılara 16 saniyelik kısa videolar paylaşabilmelerini sağladı (sonradan 1 dakikaya çıkarıldı). İnsanlar zaten İnstagram'la ortaya çıkan selfie akımından dolayı İnstagram kullanırken birden bire video paylaşma lüksleri de kendiliğinden doğdu. Ardından bazı sanatçılarında konserlerinden video ve resim paylaşması ile İnstagram çılgınlığı çığ gibi büyüdü.

Sonuç olarak Facebook'un kurulduğu ilk günden bu yana CEO görevini üstlenen Mark Zuckerberg, ilk günden itibaren koruduğu istikrarını bozmadı ve Facebook'u çok yönlü bir sosyal ağ yapmayı başardı. Bunun yanında ise bünyesine kattığı şirketleri de hem Facebook için yararlı bir kaynak hem de büyük bir gelir kaynağı olarak büyütmeye devam etti.

Geliştiriciler İçin Ücretsiz Araç Preloaders.net

Bugün internette gezinirken gördüğüm normalde ücretli olan ancak Chip.net'in sadece bugün için yaptığı etkinlikle ücretsiz olarak sunulan Preloaders.net aracını sizlere aktarmak istedim. Nedir bu Preloaders.net?



Preloaders.net aslında web geliştiricileri için tasarlanmış basit iconların ve görsellerin yer aldığı bir platform. Ajax Loaders olarak da bilinen sitede 800'den fazla yüksek kalitede animasyon şablonlarını bulabilirsiniz. 



Örnek vermek gerekirse hani şu Turkcell'in reklamlarından da hatırlayacağınız yükleniyor gifi gibi 800'den fazla animasyon bu platformda yer alıyor. Eğer bu platform'dan ücretsiz yararlanmak istiyorsanız buradan Chip.net'teki ilgili sayfaya giderek fırsattan faydalanabilirsiniz.

Not: 6 aylık limitsiz hesap kişisel ve ticari kullanımınız için sağlanmıştır. 6 ay sonunda satın alınan program ile birlikte animasyonlar da yüklenebilmektedir.

23 Eylül 2016 Cuma

Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor?

Başlık açık ve gayet net, "Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor ve Neden Hep Arka Planda Tutuluyor?"... Gelelim benim cevabıma, bir sendika çalışanı ve yeni mezun bir  Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri mezunu olarak benim gördüğüm ne yazık ki sendikalar kendini geliştirmekten aciz ve yöneticileri zaptetmek imkansız. Sonuçta o adamda öyle bir düşünce var ki "her şeyi yapabilirim" diyerek hareket ediyor. Seçimler demokratik bir toplumun ve o toplumun verdiği demokratik kararın en önemli göstergesidir. İşçi topluluklarının da sendika genel kurullarında yaptıkları bu seçimler sendikaların demokratik olmasının gerektiğine yönelik bir işarettir. Ancak bu demokratikliği, diktatörlüğe giden bir yol olarak algılayan bir çok sendika yöneticisi bulunmaktadır. Bunun örneklerine çok fazla rastlıyoruz hem geçmişe baktığımızda hem de günümüzde... Nasıl mı? Başına kayyum atanan, yolsuzluk soruşturması başlatılan ya da yapılan, mahkemede yargılanan sendikalar ve yöneticilerine baktığımızda gerek günümüzde gerekse geçmişte bunlardan çok fazla olduğunu göreceksiniz.

Şunu söyleyebilirim ki birçok sendikaya gittiğiniz zaman karşılaşacağınız manzara aşağı yukarı aynıdır. Bu düzen hiç değişmez. Sendika binasına girdiğinizde öncelikle sendika yöneticileri nereliyse büyük bir ihtimalle sizi ilk karşılayan güvenlikte oralıdır. Ardından yukarı yönetim katına çıktınız ve karşınızda bir sekreter gayet hoş güler yüzlü bir hanımefendi. Ama baktınız o da yöneticilerle aynı memleketin insanı... Yöneticinin yanına girdiniz ve başladınız konuşmaya (tabi yöneticiyi daha önceden tanıyorsanız odaya girebilirsiniz yoksa ya ön bir mülakata girersiniz odacılar ya da sekreter sizi bir inceler nerelisiniz nereden geldiniz sürekli bir soru yağmuruna tutulursunuz) sonrasında bir odacı girdi odaya ve çay getirdi. O da ne bir baktınız ki odacı da yöneticiyle aynı köylü...

Muhabbeti ilerlettiniz eğitime geldi konuşma... Bakın burada şu uyarıyı yapmak isterim. Eğitimli olsun ya da olmasın hiçbir insanı aşağılama ve yerme niyetinde değilim ki bunu yapmak benim haddime değil! Burada anlatmak istediğim mevzu tamamen farklı bir şey... Konuşuyorsunuz bir de baktınız ki yönetici ilk okul mezunu, okuma yazmayı zor çözmüş... Ama adamın bir duruşu var ki sanırsınız yedi tane dil biliyor, profesör olarak ders veriyor. Sonra yönetici tabi sıkılıyor muhabbetten biraz daralıyor ve masasından çıkartıyor bir puro karşınızda çatır çatır içiyor.

Bu adamı işçi seçiyor ve buraya koyuyor. Diyor ki; benim haklarımı işverene karşı savun, senden başka bizi güçlü gösterecek kimse kalmadı. Bu adam seçildiği ilk ay yönetici maaşlarını yükseltiyor ve işçinin verdiği aidatları çatır çatır yiyor. Eğer biraz çapkın bir yapısı varsa o zaman bu aidatları kendisi de yemiyor hee gidiyor metreslerine de yediriyor.

Bakın arkadaşlar burada demek istediğim her sendika yöneticisi para yer, sakın sendikalı olmayın ya da olacaksınız yönetici olun sizde para yiyerek geçinin demiyorum. Benim burada özellikle anlatmak istediğim ülkemizde yaklaşık 50 milyon işçinin bulunduğu bilinen bir gerçek ve bu işçileri tek bir çatı altında toplamak bu sendikaların asli görevi... Bu yöneticiler bırakın sendikaların üye sayılarını yükseltmeyi varolan üyeyi ellerinde zor tutuyorlar.

Şunu dediğinizi duyar gibiyim, "madem o kadar çok biliyorsun, söyle o zaman bu sendikalar nasıl profesyonel olacak?" Şöyle ki sendikaların tüzüklerinin güncellenmesi gerekmekte, 50 yıl öncesinin tüzüğüyle hareket eden sendikalar var günümüzde. Genel kurul seçimlerine girmek için belli bir seviye de eğitim almış olmak gerek maddesi gelmeli bir kere. Bunun yanı sıra daha önce çalıştığı işyerlerindeki sicilinin temiz olup olmadığı da incelenmelidir. Denetim kurullarında bulunan üyelerin düzenli olarak yöneticileri denetime tabi tutması gerekmektedir. Ayrıca bu denetimlerde bağımsız bir muhasebe personelinin de denetim kurulu ile sendika hesaplarını inceleyerek kar zarar analizini çıkarması gerekmektedir. Sendika bünyesinde maaşlı çalışan uzman personelin işin uzmanı ya da Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri (ÇEKO) mezunu olması gerekmektedir. Bunun nedeni ise bir ÇEKO öğrencisi üniversiteye girdiği ilk günden bu yana sendikaya yönelik dersler görmekte ve stajını ise genellikle bu çok zorda olsa sendikalarda yapmaktadır. Madem ki profesyonellikten söz ediyoruz günümüzün gelişmelerine rahat ayak uydurabilen dinamik ve öğrenmeye hevesli bir kadronunda oluşması gerekmektedir.

Burada yazdığım her cümlenin arkasında durmakla birlikte, tekrar üzerinde basarak söylüyorum ki işini düzgün yapan gerçekten üyesinin hakkı için gece gündüz demeden çalışan azınlıkta olsa sendikalar bulunmaktadır. Onları bu ithamlardan uzak tutuyor, çalışmalarında başarılarının devamını diliyorum. Desteğim her zaman onlarla...